Alejandro Gonzalez Inarritu ve Emmanuel Lubeski Birdman’dan sonra tekrar bir arada. Birdman’in o sarsıcı kamera tekniklerinden sonra ne görmeyi umut ediyorduk diye düşünürken,gördüklerimizden hepimiz tatmin olduk sanıyorum.Olağanüstü doğa manzaraları, uçsuz bucaksız Amerika ,başrol oyuncusu Leoanardo Di Caprio’nun bol bol yakın çekim diyalogsuz görüntüleri ile harmanlanıyor.
Hugh Glass rolü ile karşımıza çıkan Di Caprio, şimdiye kadar çoktan almış olması gereken heykelciği de bu sene kucaklasın artık.Biz de kamera gibi Hugh Glass’a yakın çekim bir bakacak olursak:
19. yüzyılın başında işgalcilere rehberlik eden Hugh Glass , bir yerli ile evli ve melez bir çocuk sahibi bir beyazdır.Bu haliyle Glass,yerlilerle dost,ama beyazlara hizmet veren yapısıyla tam da iki noktaya eşit uzaklıkta duran bir başrol olarak karşımıza dikiliveriyor.dikiliveriyor. Glass,karısını bir işgalde kaybetmiş,oğlunu kurtarmak için bir yüzbaşıyı öldürmüştür.Bu kaybetmiş ve dik haliyle,bir de yanında yerli oğluyla zaten işgalciler arasında Filmin kötü karakteri Fitzgerald ve eşrafı tarafından pek de sevilmez.
(Bu noktadan sonra aslında filmin gidişatı ile ilgili bilgi vermek fazlası ile ” spoiler” kısmına girecektir.Şimdiden uyarayım…)
Şimdi bakış açımızı Fitzgerald’a çeviriyoruz.Fitzgerald ise kafa derisi yerliler tarafından yüzüldüğü halde hayatta kalmayı başarmış,kötü bir çocukluk geçirdiği anekdotlar arasına sıkıştırılmış,maneviyatsız ve acımasız bir askerdir.Malumunuz para için her şeyi yapar.Aslında kötü bir karakter olarak mı karşımızda orası bile biraz kafamı karıştırıyor.Çünkü aslında Fitzgeralde’in hiç bir şey umrunda değil.Tek derdi para kazanmak ve hayatta kalmak.Gereksiz bulduğu her şeyden kurtulmak istiyor.istiyor. Glass ve oğlu da bunlardan bir kaçı. Glass’ı öldürmek istemesi ya da oğlunu öldürmek istemesi aslında hiç de kişisel değil.Tüm bunlar da onun hayatta kalma savaşı.
Bana sorarsanız da Tom Hardy’in Fitzgeralde performansı filmdeki açık ara en iyi performans…Bu arada filmde göze çarpan kötü vasat oyunculuklar yok.Herkes hakkını veriyor.
Şimdi de görüntülerin şahaneliği,setin zorluğu, İnarritu’nun önüne geçti mi? diye içimizi kemiren soruya gelecek olursak,
Diriliş, yaşama içgüdüsünün ne kadar güçlü ve terk edilemez olduğu fikriyle, Hugh Glass’a bence müthiş bir metodik oyunculukla hayat vermiş Di Caprio’nun elinde tam da bir İnarritu filmine dönüşüyor.Fakat bu kez filmlerinde çoğu zaman kaybettiğimiz zaman/gerçeklik kavramından hiç de uzaklaşmıyoruz.Tam da yerimize çakılıyoruz.Kamera tekniğinin de yardımıyla nefesini bile yüzümüzde hissediyoruz Glass’ın. Inarritu bu yaşam mücadelesinin içine intikam duygusunun ne kadar insani ve insanın ne kadar aciz olduğunu da katıp, yerliler konusuna bence çok da çomak sokmadan, yarattığı yerli karakter Hikuc üzerinden intikam’a şöyle bir gönderme yapıyor: İntikam sadece Tanrı’nın elindedir.Ama burada başarıyı getiren İnarritu’nun bu intikam duygusunu köpürtmeyip,hayatta kalma duygumuzu ön plana çıkarması.Gene de gerçeklikten uzaklaşmayı fantastik öğe resimlerini izlemeyi sevdiğimiz yönetmen, Glass’ın yerlilerden kaçarken düştüğü uçurumda ,sonraki at sahnesinde seyirciyi biraz gerçeklikle fantastik dünya arasına geçiriyor.Çoğu Di Caprionun tek başına sırtladığı sahneleri, karısının sanrılarıyla desteklemesi de çok tanıdık.Bunlar da o alışkın olduğumuz tavrına selam olsun.
İntikam’ın ne kadar da aciz bir duygu olduğunu Son sahnede Fitzgerald ve Glass’ın malum karşılaşmasında Fitzgerald’in de ağzından son nokta olarak dinliyoruz fakat bu repliği bu film için biraz basit buldum ben.Bu kavga sahnesini de fena halde ayı ile karşılaşma sahnesine benzettim.Bu noktada da yönetmen bize daha önce de göz kırptığı şunu hatırlattı : hepimiz vahşiyiz!
Malum sonu hepimiz tahmin edip gene de keyifle izledik.Daha önce kızlarının kurtulmasına yardım ettiği yerlilerin yaralı Glass’ın yanından sukunet içinde geçip, onun canını bağışlaması ama hayatta kalması için de yardım etmemesi bence en düşünülmesi gereken sahneydi…Inarritu yine bize açık bir kapı bıraktı…
Meraklısına Not:
Film Michael Punke ‘nin aynı adlı romanının bir parçasından alıntıdır.Hugh Glass, Amerikan tarihinin filmlere defalarca konu olmuş karakterlerinden biri… Haliyle, onun macerası beyazperdede daha önce de karşımıza pek çok kez çıktı ve bir sürü filme ilham verdi..Romanın bir parçasından alıntıdır,denmesi ise bu öyküde tam olarak birebir alıntı olmaması. Hugh Glass’ın orijinal hikâyesine müdahele edilmiş. Geçimini kürk avcılığı ve tuzakçılık yaparak sürdürürken, yavruları için avlanan bir boz ayının saldırısına uğruyor ve ağır yaralanıyor ama bir şekilde hayatta kalıyor. Öncelikle, bir Pawnee kadını ile evlenip epey süre de yerlilerle yaşamış olan Glass’ın bir oğlu yok, varsa bile bu yolculukta yanında değil…Öldüğünde gömmek için Glass’ın başını bekleyen iki kişiden biri olan John Fitzgerald, Bridger’dan sadece 4 yaş büyük. Olay yaşandığı sırada Bridger 19, Fitzgerald ise 23 yaşında…
Fitzgerald diri diri Glass’ı gömmüyor.Postu üstüne örtüp kaçıyorlar.Fitzgerald orduya katılıp izini kaybettiriyor Glass da hayatta kaldıktan sonra intikam almaktan vazgeçiyor. İşine gücüne dönüyor.Seneler sonra bir yerli saldırısında hayatını kaybediyor…
Gün sonunda bu kadar tantana ile anlatılan kendi ölüme terkedilmiş,oğlu öldürülmüş bir babanın intikam almak için hayatta kalma savaşı ise şunu da düşünmeden edemiyoruz. Hollywood gerçekten artık konu üretmekte zorlanıyor.