Oscar’a az zaman kala Black Swan beni çok etkiledi ve Akademi Darren Aronofsky’in tarzını çok sert bulsa da kesinlikle en iyi film adaylıklarından birine oturacağını biliyorum.
Evet Aronofsky öyle şeyler yapıyor ki, filmleri sona erdiğinde,öyle koltuktan saniyede kalkıp uzaklaşamıyorsunuz yarattığı atmosferden.Şöyle bir akan yazılara boş boş bakıp bir süre kendinize gelmeniz gerekiyor.
1998 yılında hiç birşeye benzemeyen ilk uzun metrajlı yapıtı “Pi” ile karşımıza dikelen Aronofsky, hala daha da ezber bozmaya devam ediyor.Pi ile derin sinema izleyicinin takibe aldığı yönetmen,2000 yılında Requiem for a Dream ile acayip bir iş yaptı.Sinema tarihinin en çarpıcı filmlerinden biri olan Requiem for a Dream’deuyuşturucu batağına düşmüş üç arkadaşın hayata tırnaklarını ne kadar geçiririrlerse geçirsinler,elleri parçalanarak kayıp gittiklerini izliyoruz.Hiç lafı dolandırmadan,çekilen ruhsal ve fiziksel acıları bütün gerçekliğiyle ortaya koyan Aronofsky bu film ile hem çok tartışıldı hem de çok alkışlandı.Ayrıca filmde Ellen Burstyn canlandırdığı tv bağımlısı anne karakteri ile kesinlikle izlenmesi gereken bir performanstır.Tabi ki Aronofsky bu filmiyle sert yonetmenler arasinda yerini aldi.Akademi bu tarz filmlere pek prim vermese de Aronofsky coktan dikkat cekmisti.Sinema tarihinde en depresif film olarak bile anilan Requiem den tam 5 sene sonra kendine has atmosferi ile dikkat ceken The Fountain’le karsimiza cikti.Fountain da bu ke 3 farkli zaman diliminde sevgililerini kurtarmak icin savasan 3 adamin hikayeleri ile karsimiza cikan yonetmen derdini aslinda tek bir hikayede kesiştiriyor.Stanley Kubrick’in Space Odysey’i tadinda film yonetmenin sanatina farkli yaklasimlarindan birisi.
2008 e geldigimizde sahsi fikrimce Aronofsky’in en soft ve beklentinin altinda filmi The Wrestler(Turkce adi sampiyondu.yine anlamadigim cevirilerden birisi) yonetmenin tarzina gore o kadar normaldi ki Akademi odullerinde o sene cokca ismi gecti.Yine de Aronofsky tarzi cikislari olan film,Mickey Rourke ve sinema adina onemli bir yerde duruyor.
Bu cok da Aronofsky kokmayan filmden sonra 2010 da Black Swan’la Aronofsky bomba gibi geri dondu.Ulkemizde 2011 yilinda vizyona girecek olan film,dominant ve kuralci bir anne tarafindan yetistirilen balerin Nina nin bas balerin olma yolundaki sahsi hirslarini ve kaygilarini bu hirsin hayatini hangi noktaya getirdigini anlatan cok iddiasiz mekanlarda muhtesem bir gozden cikma bir itinayla cekilmis bir bas yapit.Aronofsky kugu golu balesinden oyle degisik bir dilde bahsediyor ki,bu dili ogrenmek icin can atiyorsunuz.İşin psikolojik boyutunu hamur gibi yoguran yönetmen,bütün filmlerinde çekilen fiziksel acıları da izleyiciye müthiş aktarıyor. Black Swan’da Natalie Portman’ının göz dolduran performansı ile inanın yine bize acı çektirecek.Vincent Cassel gibi bir oyuncu da artısı.Bu film Natalie Portman’a Oscar getirebilir dikkat!
Meraklısına not:
Kendisi 1969 Brooklyn doğumlu Yahudi asıllı bir Amerikalı.
Aronofsky bu sıradışı filmlerinin yanında çok normal bir hayat sürüyor.Rachel Weisz ile nişanlıydı 2010 da bir ayrılık duyurusu geldi ama oğullarını beraber büyütmeye çalışıyorlar..
Polanski’den fazlaca esinelenen yonetemen, Black Swan için de Polanski nin Repulsion ve Tenant’ından cok fazla etkilendiğini belirtmiş.
İlgili